7 Ekim 2012 Pazar


VEFA(T)*


*Vefa ölmüş.


2004 yılıydı...

Fenerbahçeliler heyecanlı, Copa America'yı izlemeye çalışıyordu gecenin bir yarılarında...
"İşte baba Fenerbahçe'ye gelecek futbolcu, Alex..." demiştim tam 8 sene önce...

***


Tam 8 sene sonra ise...

Yüzlerce taraftar gecenin bir yarısında, yaşlısıyla genciyle, evinin önünde meşaleler yakarak tezahürat yaptı...
Sanki Fenerbahçe'nin bir maçına gelmiş gibi...
"Yağmurda, çamurda yollarına düşerim Fenerbahçem" der gibi...
Taraftar...
Bir kulübün gerçek sahibi...
Saracoğlu'nda takımını desteklemek için bağırıp çağırırken gelen gole görmeden sevinen...
Her yenilgiden sonra 'Daha izlemiyorum' diyen ama her hafta o televizyon karşısına geçen...
Kaybedilen her maçtan sonra, hiçbir zaman anlayamadığı, bir türlü engel olamadığı üzüntüye kapılan...
'Bana ne ya' demesine rağmen hep, hep yeniden ve her golden sonra 'İşte buuuuu' diye bağıran...
Taraftar...
Vefanın 'taraftar'da anlam kazandığını bir kez daha gösterdi...

***


Alex'in son sözlerini duyduktan sonra geçen 8 yılı, her golden sonra yaşadığı muhteşem sevinci, Sevilla maçındaki heyecanı, Galatasaray maçlarındaki gollerini hatırladı Fenerbahçeliler...

Ve yine Fenerbahçeliler dün taraftarlıklarını yeniden hatırladı...
Vefasızlık yaptıklarını hissettiler... Hiç yapmadıkları halde...
O yüzden vefat' eden 'vefa'nın ne olduğunu gösterdi bir kez daha...

Dün akşam yıllar önce 'İşte Fenerbahçe'ye gelecek Futbolcu, Alex' diyen Fenerbahçeliler,

'İşte biz böyle uğurlarız 'Fenerbahçelileri' dedi...


22 Temmuz 2012 Pazar


4 kadın 1 erkek 

Barcelona'nın bir maçını izlemek için İspanya'ya gitmeyi göze alan Bengül ve Emre'nin, Budapeşte, Bratislava, Viyana ve Prag gezisiyle noktalanan turunu; 4 kadının olduğu yerde 1 erkeğin çaresizliğini anlatacak bu yazı..

Barcelona için çıktık yola..
Her şey bir telefonla başladı... Karar verdik, Barcelona'nın maçını izlemeye gidecektik... Sonra izin tarihleri İspanya Ligi'nin bitiş tarihinden çok sonraya denk geldi.. Barcelona maçını izleme hayali gerçekleşmedi... Ama niyetlendik bir kere, başka bir yere gidecektik... Karar verdik; Orta Avrupa!
Pasaporttu, vizeydi derken Temmuz'un 7'sinde havalimanında 4 kızla birlikte buldum kendimi.. Tehlikenin farkındaydım.. 'Geliyorum' demişti çünkü..

"Saatte Nacar, kadında Macar"
Tatil de en baştan sorunlu başladı zaten.. Uçak yaklaşık yarım saat geç kalktı. Ayrı ayrı yerlere oturduk, koridor tarafına düştüm, koltuğu dışarıyı görenler aşağıya bakıyor ben önümdeki koltuğun arkasına! En azından Bengül koridorun sağ tarafındaydı, onunla 'uzaktan' sohbet ettik.. 
Sıkıcı uçak yolculuğundan sonra Budapeşte'ye indik. Havalimanına girer girmez herkes pasaport kontrolleri için sıraya girdi. Macar bir bayan yetkili, teker teker çağırıyordu, güzeldi ama ben daha güzel olmasını bekliyordum. 'Saatte Nacar, kadında Macar'dan dolayı beklentim yükselmişti... (Bu konuyla ilgili beklentilerimde haklı olduğunu ilerleyen saatlerde görecektim :)) 

Ateş almaya geldik
Bize 'sıcak' bir karşılama hazırlanmıştı.. Hava 37 dereceydi! Tur rehberi otobüsleri gösterdi, 50'şerli gruplar halinde bindik ve otelimize doğru yola çıktık..  Tur programında yer alan Kahramanlar Meydanı gezisi 15 dk. sürdü. Ateş almaya gelmiş; 'Biz bi uğrayıp gideceğiz' der gibiydik...

Rehberden 'Balkon konuşması'
Kısa meydan turundan hemen sonra otobüslere binildi. Bizim tur rehberi aldı eline mikrofonu başladı konuşmaya.. (Tabii ki 'Ekstra Turlar'la ilgiliydi konuşması) Önce Tuna Nehri turunu konu etti.. Sonra 'Ekstra Turlar'dan bahsetmeden önce Macarların ve Çeklerin İngilizce bilmediğinden girdi, 'Ben şöyle gezdim, böyle gezdim' diyenlere inanmayından çıktı... Turun büyük bir bölümü rehberin blöfünü yedi. Turlara katıldılar. Biz kendimiz gezmeyi tercih ettik. Çünkü 'Kayboluruz' heyecanı da vardı. Ve bu hem iyiydi hem karlıydı :)

Otele giriş ve Tuna Nehri Turu (Yürüyerek)
Sonunda Otel Budapest'e geldik, saat 9'a geliyordu. Rehber kişi başı 25 Euro olan tura katılanlara acele etmelerini söylüyordu telaşlı telaşlı..
Odalara çıktık, herkes yerleşti ve aşağıya indik. Önce elimizdeki Euro'ları Macaristan para birimi olan Forint'e çevirdik. Tekne turuna katılacaklar çoktan gitmişti. Biz de yürüyerek Tuna'ya indik. İnerken yeni para birimi ve dil sorunu nedeniyle girdiğimiz bakkalda sıkıntı yaşadık; ama içecek alabildik. (Funda burada 200 Forint eksik para üstü aldı ama yapacak birşey yoktu çünkü biz daha 'yeniydik' galiba :))
Tuna'ya indikten sonra tur teknelerinin olduğu yere gittik; ilk denememiz başarısız oldu. Sebebi saatin iyice geç olmasıydı... Yorulmuştuk, nehrin kenarındaki bir yerde bankta oturduk ve dinlendik... Zincirli Köprü'nün ve Parlamento Binası'nın manzarası her şeye rağmen güzeldi... Gece geç saatlerde otele döndük ve odalarımıza çekildik...
                                                    
Tren kaçıyordu!
8 Temmuz Pazar gününe Budapeşte'de uyandık. Bugün de elbette turun ekstra gezileri vardı. Estergom'a gidecekler 55'er Euro vermişlerdi. Biz yine onlarla olmayacaktık. 
Sabah tur otobüsüyle 'hızlı' hatta 'acele' bir şehir turu yaptık.. Ve ekstra tura katılmayacaklar şehir merkezinde indirildi. Diğerleri otobüsle Estergom'a devam etti.
İndiğimiz yerde 'WestEnd' isimli alışveriş merkezi vardı. Dersimize çalışmıştık, hemen yanıda da 'Nyugati Tren İstasyonu'. Ve Estergom'a oradan gidecektik. Beni benden alan, 'Allah'ım sana geliyorum' dedirten olaylar da burada başladı.. Alışveriş merkezi gören 4 kız, hücuma geçti.. Estorgom'a gidecek trenlerin kalkış saatlerini bilmediğimiz için ben, önce biletleri almaktan yanaydım... Olmadı tabii ki, alışveriş merkezi gezildikten sonra biletleri almaya gittik. Biletleri alırken yaşadıklarımızı anlatmadan geçiyorum ama finali öğrenince tahmin edeceksiniz; Tren 2 nolu hattaydı ve kalkış sinyali verildiğinde ben bir ayağım yerde bir ayağım trende, 4 kıza 'Koşun' diye bağırıyordum. 
Evet, son anda yetiştik!

Kaleyi içten fethettim :)
Estorgom Kalesi!.. 2 saatlik -otobüs aktarmalı- tren yolculuğundan sonra yaklaşık 150 yıl hükmettiğimiz kaleye geldik. Burada yollarımız kızlarla ayrıldı. 
Ben Estergom Kalesi'ne girdim. Beni masmavi gözlü, sarı saçlı bir Macar kızı gezdirdi. İngilizce anlatıyordu ama ben söylediklerini kısmen anlıyordum. Ve havalimanında yaşadığım hayal kırıklığı burada tamir ediliyordu.
Güzel olan kız, öyle güzel anlatıyordu ki kelimeler kifayetsiz kalmıştı :) 
Kalenin üzerinde, birlikte uzunca bir süre Tuna Nehri'ni ve diğer yakada kalan Slovakya'yı izledik. Bana orada nereden geldiğimi sordu. Ben de ona ismini sordum. Beraber kalenin dar geçitlerinden yürüdük ve çıkarken, arkamdan seslendi ve el salladı. Galiba kaleyi içten fethetmek bu oluyordu :)
Sonra Estergom Bazilikası'nı gezen arkadaşlarımla karşılaştım. Onlar diğer tarafa devam ederken, ben bazilikaya girdim. Gerçekten etkileyici bir yapıydı. Oradan çıktıktan sonra ben Budapeşte'ye döndüm, kızlar Szentendre'ye gitti. Orada 'Ekstra Tura' katılanlarla karşılaşmışlar. Bu arada tura katılanların 55 Euro'ya gittiğini daha önce söylemiştim, biz 10'ar Euro'ya Estergom gezisini tamamladık. 

Nazlı nazlı akar Tuna Nehri
Estergom dönüşü sıradaki durak türkülere konu olan Tuna Nehri'ydi.. 'Duru' güzelliğinden eser olmasa da güzel oldu nazlı nazlı akan Tuna'da tekne turu..
Tekne turundan sonra ise gün sona eriyordu, yorgundum, doğrudan otele gittim. Bu arada şarjım da bitmişti ve kızları da merak ediyordum. Otele girer girmez telefonu şarja taktım ve aradım; sorun olmadığını da öğrenince direkt yattım.
Evet.. Yemek yemedim, aç karnına yattım, ayakta duracak halim yoktu :) 

Bratislava aktarmalı Viyana
Turun üçüncü gününde sabah erken saatlerde otelden ayrıldık, Viyana'ya doğru yola çıktık. Yel değirmenleriyle dolu yeşil bir yoldan giderken, güzel de bir yağmura yakalandık..Viyana'ya gitmeden önce Slovakya'nın başkenti Bratislava'ya da uğradık. Başkentti burası ama kasaba gibiydi.. Macar krallarının taç giydiği kilise ve taç giyen kralların yürüdüğü 'Kral Yolu'ndan yürüdükten sonra meydana geldik..Karnımız acıkmıştı, benimki daha çok acıkmıştı.. Cafe Mayer'e oturtuk.. Domuz eti olan herhangi bir şey yemek istemediğim için garanti olsun, işimi sağlama alayım diye çorba istedim. Aynur'a da olan pasta borcumu burada ödemek istiyordum.. Onun pastası geldikten kısa bir süre sonra benim de çorbam geldi. İçerisinde domuz eti vardı ve ben hala açtım. Çorba fiyasko olmuştu, Hilal ve Funda hemen yan taraftaki pizzacıya gitmişlerdi. Onların peşinden ben de gittim ve onların domatesli, peynirli pizzasından yedim :)

Yine alışveriş!
Herkes doyduktan sonra yürümeye devam ettik. Kızlar yine bir alışveriş merkezine girdi. Ben onları bıraktım devam ettim. 2'yi çeyrek geçe şehre girdiğimiz yerde buluşulacaktık. Otobüs hareket etmeye hazırdı, turdakiler de hazırdı ama kızlar yine yoktu. Derken son anda koştura koştura geldiler ve yola devam ettik.
Yaklaşık 4-5 saatlik yolculuktan sonra Viyana'ya vardık. Viyana'ya girer girmez farklı bir yere geldiğinizi anlıyorsunuz.. 

Opera Binası'nın önünde indik
Viyana'daki ilk durağımız Opera Binası oldu. Aslında burayı referans noktası olarak kabul ettik ve daha sonra buraya göre yönümüzü bulduk. Opera Binası'nın önünde akşam yapılacak etkinlikle ilgili afişler vardı. Aynur izlemeyi çok istedi ama bazı sorunlar nedeniyle olmadı. Daha sonraki gün başka bir etkinliğe katıldı.
Kısa bir ön geziden sonra indiğimiz yerden tur otobüsüne binerek kalacağımız otele gittik. Otel şehre yakındı, metroyla iki durak ötedeydi. Yürüyerek de Opera Binası'nın olduğu yere gelebiliyorduk. Otele yerleştikten sonra yeniden çıktık ve akşam Viyana'yı gezmeye başladık. Yağmurun da yağdığı Viyana akşamında boş sokakları geziyor gibiydik, neredeyse her yer kapalıydı. 

Cafe Sacher, Figlmüller ve Demel Cafe
Viyana'ya gitmeden önce gidilecek yerler, yemek yenilecek mekanları öğrenmiştik. Sabah erken saatlerde çıkıp Viyana'yı 'gündüz' gözüyle gezmeye başladık. Binaları gerçekten güzel. Habsburg Sarayı, Opera Binası, İmparatorluk Tiyatrosu, Katedraller, Belediye Binası ve hangi amaçla kullanıldığını bilmediğimiz muhteşem yapıların olduğu sokaklarda gezdik..
                                        
Sonra yorucu gezinin ardından Figlmuller'de şinitzel, Sacher veya Demel'de tatlı yemeyi önerdim. Fakat ben bunu söylerken yine bir alışveriş merkezine girilmişti. Az önce Bengül Figlmüller'in olduğu sokağı fark etmişti. Ben, Bengül'ün fark ettiği Figlmüller'e gitmeye karar verdim. Ve kızlarla -1 gibi buluşmak üzere- yine arıldık. Ama Figlmüller'in girişinde büyük bir kalabalık vardı, 12.25'te sıraya, 13 gibi de içeriye girebildim.. O yüzden bıraz geç kaldım, zaten onlar da H&M'de alışveriş yapmakla meşgullermiş..

Şinitzel yemeden dönmeyin
Beklediğime değdi.. Figlmüller'de gerçekten güzel bir şinitzel ziyafeti çektim. Burada iki çeşit şinitzel yapıyorlar; domuz eti ve tavuk etinden.. Benim gibi tavuk eti yemek isteyenlerden iseniz sipariş verirken bunu belirtmeniz gerekiyor. 
Şinitzel ziyafetinden sonra buluşacağımız noktaya geldiğimde saat 2'ye geliyordu. Evet, onlar hala alışveriş yapıyorlardı. Fotoğraf makinasını aldım ve şehri gezmeye başladım. Yaklaşık 2 saatlik gezinin ardından yoruldum. Ama bu sırada 'çikolatalar' konusunu da halletmiştim. 
Yeniden buluştuğumuzda saat 4'ü geçiyordu. Açıkmışlardı.. Yemek yemek için de uzun süre yer aradılar ve sonunda buldular. Yemek yemeye oturduğumuzda yine yağmur başladı. Kısa süren yağmurun ardından kalktık ve otele doğru yola çıktık. Ben Aynur'u operayı izlemesi için gideceği yere götürecektim. Aynur'un hazırlanması uzun sürdüğü için etkinliğin başlamasına 15 dk. kalmıştı.. Aynur taksiye bindi ve akşam Viyana'da bir opera izleme hayalini gerçekleştirdi. 

Tatlı hayalleri suya düştü!
Ben de yeniden tatlıcıların olduğu yere doğru yola çıktım. Demel Cafe'ye gittim, kapanmıştı. Aslında yine her yer neredeyse kapalıydı. Sacher Cafe'ye gidip bakmadım bile çünkü ora da büyük ihtimalle kapanmıştı. Tatlı hayallerim suya düştü!

Son durak Prag
11 Temmuz Çarşamba sabahı Prag'a doğru yola çıkacaktık. Sabah kahvaltısı saat 10'da bitiyordu. Ben yine her zaman olduğu gibi beklemeye başladım. 9'da lobideydim. Saat 10'a geliyordu, Japon çocuk korosu da bizim kaldığımız otelde kalıyordu. Çok kalabalıktı.. Otelin girişinde büyük bir kargaşa vardı. Bizim tur otobüsü garajdaydı ve eşyaları oradan yükledik. Kızlar geldiğinde saat 10'u geçiyordu. Koştur koştur bindiler, ben yine kahvaltıyı kaçırdım. Otobüste 'Burada ben oturuyordum' kavgası da oldu. Yolda rehberin, 'Evlerdeki güneş sistemi' dersini dinleye dinleye geçen 5-6 saatlik bir yolculuğun ardından Prag'a vardık. 
                                       
4 saatlik yürüyüş
Şehre, Prag Kalesi'nin olduğu yerden girdik. St.Vitus Katedrali'nin oradan aşağıya doğru yürüdük ve meşhur Charles Köprüsü'nden geçerek "Eski Şehir Meydanı"na geldik. Charles Köprüsü'nden geçerken üzerindeki heykellerden biri dikkatimi çekti; bir Türk'ü simgeliyordu. Ve Türk'ü simgeleyen heykelde bizim karakteristik özelliğimiz olan 'Türk Kası' çok net belli oluyordu, heykel bildiğin göbekliydi :)

Astronomik Saat Kulesi
"Eski Şehir Meydanı"ndaki ilk durağımız Astronomik Saat Kulesi oldu. Burası, Prag'ın Charles Köprüsü kadar meşhur bir noktası. Bu kule 15. yüzyılda yapılmış ve yapıldığı dönemde büyük ilgi görmüş ve o ilgi hala devam ediyor. Saat, Güneş'in Dünya'nın ve Ay'ın konumlarını da gösteren bir saat ve etrafında babil saatini gösteren İbranice rakamlar da var. Bu o zaman saatin paralelindeki mahallede yaşayan Yahudilere jest olarak yapılmış. 

Bir Türk figürü daha
Charles Köprüsü'nden sonra burada da bir Türk figürüne rastladık. İnsanlara mesaj vermeyi amaçlayan saat kulesinde yer alan bu Türk figürü,  "Gece hayatına ve sefahata* düşkünlüğü" simgeliyor. İnsanlara neler yapmamaları gerektiğin anlatan kuledeki diğer 3 kukladan soldan en baştaki, elindeki aynayla "Kendini beğenmişliği", onun yanındaki kukla, elinde altın torbasıyla bir Yahudi'yi ve "Cimriliği" temsil ediyor. Türk figürünün yanındaki iskelet ise "Yaşama karşı isteksizliği" anlatıyor.. Yani bu kuklalar insanlara, kendini beğenmiş, cimri, yaşama karşı isteksiz ve sefahata düşkün olmayın diyor..
Saatin altında yer alan diğer 4 kukla ise insanlara yapmaları gerekenleri öğütlüyor. Bu kuklalar da, bilime, adalete, astronomiye ve eğitime önem verilmesi gerektiğini anlatıyor. Burada yazılanları turdan önce öğrenmiştim, tur rehberlerimizin bunlarını bilmediğini görünce ise diğer yerlerde anlattıklarının bir önemi kalmadı.

Yüzlerce kişi toplanıyor
Tekrar saate dönersek, en önemli özelliklerinden birinin de, her saat başında yan yana olan iki pencereden geçen 12 havari ve kuklaların hareketleri olduğunu söyleyebiliriz. Saniyeler süren bu gösteriyi izlemek için saatin önünde yüzlerce kişi toplanıyor. Biz de Eski Şehir Meydanı'nda ilk bunu yaptık. Önce çan sesi geliyor, 'İskelet' ipi çekiyor, hemen yanındaki 'Türk' figürü kafasını sallarken yukarıda 12 havariyi görüyorsunuz. Bu gösteriden sonra ise Vltava Nehri üzerinde tur otobüsüne bindik ve kalacağımız otele doğru yola çıktık. Otele yerleştikten sonra Aynur ve ben yemek yemek için yeniden "Eski Şehir Meydanı"a döndük. Saat 10'a geliyordu ve 11'de geri otele doğru yola çıkmamız gerekiyordu.. Son metro 11'deydi.. Otelimize yakın otobüs durağından bindik ve Andel turağında indik. Oradan metroyla Mustek'e gittik. Mustek durağı "Eski Şehir Meydanı"na en yakın metro durağı. Hemen birşeyler atıştırıp geri geldik. Ve iyi bir uyku çektik. 
                            
Atatürk'ün de gittiği Karlovy Vary 
12 Temmuz Perşembe günü ben ve Aynur Karlovy Vary'e gidecektik. Bengül, Funda ve Hilal erkenden kalkacak durumda değildi. Turunda aynı gün Karlovy Vary gezisi vardı ama biz yine onlardan ayrı gidiyorduk. Florenc durağında inip Karlovy Vary'e giden otobüslerin olduğu yere gittik. Şanslıydık çünkü oraya geldiğimizde saat 10'a çeyrek vardı ve otobüs 10'da kalkacaktı. Hemen biletleri aldık ve 26 no'lu perona gittik. Aynur'a otobüste internet olduğunu söylediğimde, 'Demin ben de aynı şeyi söylemiştim' cevabını alınca yine onu dinlemediğimi fark ettim :) 2 saat 15 dakikalık yolun ardından Karlovy Vary'e varmıştık. Şanslıydık çünkü yol boyunca yağmur yağmıştı ama Karlovy Vary'e geldiğimizde tepemizde parlayan bir güneş vardı. Başladık yürümeye, yaklaşık 2 saat gezdikten sonra 'Ekstra Tur'la Karlovy Vary'e gelenlerle karşılaştık. Karşılaşma ilginçti çünkü onlar 55'er Euro vererek oraya gelmişlerdi bizse 14 Euro'ya oradaydık. O anda tur rehberinin ve tura katılanların ne hissettiğini çok iyi tahmin ediyorduk :)
Karlovy Vary'e gittikten sonra oranın gerçekten görülmesi gereken bir yer olduğuna karar verdik. Evler ve ağaçlar bir nehrin etrafında dizilmiş. Daha tepelere çıktığınızda ise yemyeşil bir tabloda, içinde yüzen ördeklerin olduğu su birikintilerini görebiliyorsunuz. O kadar sessiz ki ağaç hışırtılarını duyabiliyorsunuz. 
Karlovy Vary'i gezdikten sonra ise Atamızın da gittiği oteli de görmek istedik. Aslında daha önce gittiği otelin ismini duymuştum ama orada aklıma gelmedi. Fotoğraf çekerken yanımızdan iki Türk'ün geçtiğini fark ettik ve onlara sorduk. Onların tariflerine göre dönüşte 'Lloyd' isimli bir otelin fotoğraflarını çektim. Ama orası değilmiş..
                                                  
O gün güneş bize kıyak geçti
Saat 3 gibi yeniden dönüş yoluna girdik. Otobüs bileti almak için gişeye gittiğimizde bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Prag'a dönen en erken otobüs 16.35'teydi. Biletleri aldık ama daha 1 buçuk saatimiz vardı. Acıkmıştık da.. Şehir merkezine geri döndük, yemek yiyecektik. Bir pizzacıya girdik ve yine domuz eti olmayan bir pizza yedik. Ben çok acıktığım için pizza çok sıcak olmasına rağmen hemen başladım. Ağzım öyle bir yandı ki ertesi günde yanmaya devam etti..
Hava hala güzeldi, güneş yakıyordu. 16.20 gibi yeniden otobüsün hareket edeceği yere geldik. İçeriye girdikten yaklaşık 5 dk. sonra gök yarılmışçasına yağmur yağmaya başladı. Gerçekten o gün güneş bize kıyak geçmişti. Derken "Otobüs saatine bi'daha bakalım" dediğimde saat 16.32'ydi.. Aynur bileti buldu ve koşmaya başladık çünkü bizim 16.45'te sandığımız otobüs 16.35'te hareket ediyormuş. Son anda otobüse bindik ve Prag'a döndük. 
Prag'a geldikten 20 dakika sonra yeniden güneş açtı. Sonra kızlarla buluşup "Eski Şehir Meydanı"nda biriz gezdikten sonra ayrıldık.  Otele giderken onlara rastladım yine. Metroya binerken polise yakalanmışlardı çünkü tek binişlik biletle 3 gün gezmeyi denemişlerdi.
Dresden'e gidemedik
Son tatil gününden bir gün önce; 13 Temmuz Cuma günü Almanya'ya gidecektik. Dresden'deki eski Nazi kamplarını görmek istiyorduk. Bu kez Bengül de bizimle gelecekti. Ben, Bengül ve Aynur yine Florenc'te inip otobüslerin olduğu yere gittik. Maalesef Dresden'e giden otobüsler 7 ve 7.45'teymiş, biz oraya gittiğimizde saat 10'a geliyordu. Dresden turu yatmıştı. Ama pes etmedik; başka bir yere gidelim dedik. Önce Amsterdam, ardından Münih, sonra Barcelona'yı sorduk. Son olarak da Dubrovnik'le ilgili bilgi aldık. 19 numaralı gişedeydi o varlık :) Ben gişede kilitlendim, birşeyler söyledim ama ne söylediğimi hatırlamıyorum. Çek kızı -ki Prag'da geçen iki gün boyuncu gördüğüm kızların hepsine bayılmıştım- öyle güzeldi ki bu sefer neye uğradığımı şaşırdım. Kıza bakarken, Bengül'ün de aynı şeyi yaptığını fark ettim. 'Ne güzel kız yaa' dedi. Siz benim içimden geçenleri tahmin ediyorsunuzdur :)Yine aynı şey oldu.. Neden bahsettiğimi unuttum :) Dubrovnik'le ilgili kızın söylediği bazı şeyleri hatırlıyorum. Dubrovnik de olmadı. Geri döndük ve yine alışveriş merkezlerini gezmekte olan Hilal ve Funda'yla buluştuk. Sonra "Eski Şehir Meydanı"nda bir yere oturduk. Onlar birşeyler içerken ben Astronomik Saat Kulesi'ne çıktım. Oradan daha başka görünüyordu Prag. Geri döndüğümde onlar alışveriş merkezlerine doğru yola çıktı, ben şehrin geri kalanına.. 

Ve son gün!
Turun son gününde 4 buçukta otelde buluşup havalimanına doğru yola çıkacaktık. Sabah yine 9'da lobideydim. Kızlardan yine ses yoktu. Aradım.. 10'a geliyordu daha hazırlanmamışlar.. Otelden tek başıma ayrıldım ve gitmediğim yerlere doğru yola çıktım. Elimdeki haritada hayvanat bahçesinin tarifi vardı. Metroya bindim, önce A hattına, oradan da C hattına geçtim. İndiğim yerden de 112 no'lu otobüse binerek hayvanat bahçesine gittim. Şehrin dışındaydı. Hayvanat bahçesini gezdikten sonra yine aynı şekilde "Eski Şehir Meydanı"a geldim. Daha sonra da 4 gibi otele döndüm. Ama yine sürpriz olmadı.. Kızlar ortalıkta yoktu! Tura katılanları taşıyan 4 otobüs de otelin bahçesindeydi. 3'ü gitti.. Sadece bizim otobüs hareket edemedi; Aynur, Bengül, Funda ve Hilal hala yoktu! Tur rehberi, "Taksiyle gelsinler, daha fazla bekleyemeyiz" dedi. Ben de hemen "Geliyorlarmış, otobüsteler" dedim. Bunun üzerine son sözü söyledi Deniz Hanım; "10 dk. içinde gelmezlerse gidiyoruz". Söylediğini kabul eder bir şekilde kafamı salladım.
Bu sırada otobüste homurdanmalar başladı; "Ya bu nasıl saygısızlık, 50 kişi hazırlanmış 4 kişiyi bekliyor", "Gidelim nasıl gelirlerse gelsinler", "Ayıp ya". Derken kızlar koşa koşa geldi ve otobüse bindiler. 
Havalimanında ise diğer 3 otobüs bizden önce gittiği için Check-in işlemlerini en son biz yaptırdık. Merak ediyorsanız ben yine koridor tarafında geldim.
Yazıyla ilgili resimler



 Kahramanlar Meydanı (Budapeşte)
Habsburg Sarayı (Viyana)
 Prag'da 'İstanbul' reklamı yaptım :)
 Parlamento Binası (Budapeşte)

Zincirli Köprü (Budapeşte)


                                             Mathias Kilisesi (Budapeşte)

                                               Tuna Nehri (Budapeşte)


                                                 Kral Yolu (Bratislava)





                                                Cafe Mayer (Bratislava)


                                                  Opera Binası (Viyana)                                     


 Karlovy Vary'de bir park


 Karlovy Vary'de bir sokak


 Karlovy Vary'den görünüm


 Astronomik Saat Kulesi'nden Prag


 Karlovy Vary'den görünüm


 Vltava Nehri (Prag)
 Charles Köprüsü'ndeki Türk heykeli (Prag)
 Karlovy Vary'de bir park ve ben
Astronomik Saat Kulesi'nin önünde bekleyenler

12 havarinin geçişi ve kuklalar (En sağdaki kukla Türkleri simgeliyor)
Parlamento Binası (Budapeşte)
Astronomik Saat Kulesi (Prag)
Astronomik Saat Kulesi ve 12 havarinin geçişini bekleyenler

Estergom Kalesi ve Bazilikası (Estergom)





Hasburg Sarayı'nın gece görünüşü (Viyana)





Eski Şehir Meydanı

                                            Figlmüller'deki sıra (Viyana)
*Sefahat:
Eğlence düşkünlüğü

4 Haziran 2012 Pazartesi

Nüfus 'cüzdanı'

Nüfus cüzdanını kaybetmek yasak mı? 
Kaybedirsen suçlu mu olursun? 
Suç nedir?

Yasalarda 'Nüfus cüzdanını kaybetmek yasaktır' mı yazıyor? 
Veya yazabilir mi?
'Kaybetmek' insanın elinde midir? 
İnsan elinde olmayan bir nedenden dolayı suçlu olabilir mi?
Ben bu örnekleri daha ne kadar uzatabilirim?

Uzatmadan, direkt söylesem; 
Nüfus cüzdanını kaybedersen 'ceza' ödeyeceksin! 
Ceza nereden gelir 'suç'tan. Öyleyse nüfus cüzdanını kaybeden suçludur!

Suçluysan 'cüzdanına' sıkışan bir 73 lira vardır ve sıkışan yerden çıkacaktır.. 

Aman kaybetmeyin..
Cüzdanınızı kaybederseniz para kaybedersiniz..
Hangi 'cüzdanınızı' kaybettiğinizin bir önemi yoktur...

28 Mayıs 2012 Pazartesi


Kasımpaşa'dan girip Karşıyaka'dan çıkacağım!


Ey iki yakası biraraya gelmeyen Karşıyaka! 
Ey 100. yılında taraftarına şampiyonluk sevinci yerine ligde kalma sevinci yaşatan Karşıyaka!
Ey Göztepe'nin ezeli rakibi Karşıyaka! 
Ey kırmızı-yeşil Karşıyaka! 


"Tekrar ayağa kalkmayı öğrenebilmek için düşeriz" Karşıyaka.


***


Kasımpaşa filmi mutlu biten son takım oldu.
Alkışlamalıyız.
Oyunundan dolayı değilse de, ayağa kalkmayı bildiğinden dolayı.
Bir düşüyor bir çıkıyor.. 
Bu her 'paşa'nın harcı olmuyor..


***


2012 Karşıyaka'nın 100. yılıydı.
Yüz yıl önce kurulmuştu.
İzmir'in ilk Türk takımıydı.
Atatürk'ün emriyle armasında Ay-Yıldız kullanılan takımdı.
Atatürk, Karşıyaka'ın kurucularının Kurtuluş Savaşı'ndaki kahramanlıkları nedeniyle emretmişti..


***


O Karşıyaka 100. yılında taraftarını sevindirdi.. 
Hem de çok sevindirdi (!)
Ligde kaldı!
Yakışmadı!

26 Mayıs 2012 Cumartesi


Öğretmenlerin 'yüz' problemi



Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, ''Bu sene, okul kapandıktan sonra 3 hafta süreyle ve eylül ayında okul açılmadan iki hafta önce toplam 5 hafta süreyle, haftada 36 saat olmak üzere 258 bin öğretmenimiz için eğitim programı tertip ediyoruz. Bunu her yıl yapacağız'' demiş...


Bu açıklamanın altına bazı öğretmenler yorum yapmış, iki tanesi şöyle;
"Hayatınızda kendi çocuğunuzdan başka kaç tane çocuk yetiştirdiniz de tatilin süresini yargılıyorsunuz?"
"3 ay yaz tatili yapan hiçbir öğretmen YOK!! öğretmenlerin yaz tatili 2 (iki) aydır. yıllardan beri karneler verildikten sonra biz, 1 ay daha okulda olmak zorundayız zaten. bu arada bakanın öğretmenleri sevmediğini biliyorduk, bir tek başbakan kalmıştı laf söylemeyen, o da söyledi tam oldu."


Bu iki yorumu yapanların öğretmen olduğunu düşünürsek, en başta yorumu 'şeklen' eleştirebiliriz fakat iyi niyetli davranıp 'Türkçe' öğretmeni olmadıklarını varsayalım ve bunu yapmayalım. Fakat daha vahim olan şeklin arkasındaki kısmı es geçmemek gerek!


'Dünyanın neresinde bizim kadar tatil yapan ülke var' cümlesine 'evet' demeyen öğretmen var mı?
Ben öğretmen değilim önce bunu söylemek lazım. Ama öğretmen olsaydım da aynı yorumu yapardım.
Asıl mesele de bu zaten. Çünkü bu yorumları yapanlar öğretmen olmasaydı yine böyle mi konuşacaklardı? Çünkü bu ülkenin kalkınması için çalışmak lazım. Her zaman bunu söylemiyor muyuz; 'Dünyanın neresinde bizim kadar tatil yapan ülke var?'

Diyoruz işte, daha çok çalışmalıyız. E kendi tatiline dokununca 'Dünyanın neresinde bizim kadar ÇOK ÇALIŞAN' var mı oluyor? 


Her resmi tatilde öğretmenler izinlidir. 
Her hafta sonu 'resmi' olarak izinlidir. 
Her yaz tatilinde 'Ne 3 ayı biz 2 ay izin yapıyoruz' dediklerinden yola çıkarsak 2 ay (Rakamla: 60 gün) izin yaparlar. 
Çok basit bir hesap yaparsak, 1 yıl 52 haftadır. (2 ay izinli oldukları için 8 haftayı saymayalım)
1 haftada 2 gün izin yaptıklarını düşünürsek; 44x2 = 88 gün.

Yaz tatilinde yapılan izin gün sayısı: 60!
Yarı yıl tatili ve resmi tatilleri saymıyorum ki azımsanmayacak kadar var (Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Yılbaşı, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, 1 Mayıs  "Emek ve Dayanışma Günü", Zafer Bayramı, Cumhuriyet Bayramı.)
Dediğim gibi yukarıda 'saydığım' bayramları saymıyorum ve topluyorum: 88+60 = 148 gün! Tatil olan gün sayısı..
1 yıl 365 günse; 365-148 = 217 gün, çalışılan gün sayısı.. (Bu 217 günde 'saymadğım' bayram tatillerini de sayarsak, hesap ortada.)


Özel sektörde çalışanın yıllık izni 2 hafta (Rakamla: 14 gün) / 5 yıldan sonra 20 iş günü oluyor
2 haftayı ayrıca 'Rakamla' yazmamın nedeni ikinci yoruma istinadendir. 
Evet, şimdi 'eşitlik' olsun ve aynı toplamayı özel sektör çalışanları için de yapalım.
Burada önemli ve gözden kaçırılmayacak ayrıntıyı atlamayalım; özel sektörde çalışanların büyük bir kısmı haftada 1 gün izin yapar.
(2 hafta izinli oldukları için 2 haftayı saymayalım) 50x1 = 50. Yaz tatilinde yapılan izin: 14. Topla: 50+14 = 64. 
EVET SADECE 64, yanında bir 'yüz' (Rakamla yazıyorum: 100) yok. 
Yanında 'yüz' olsaydı, öğretmenler haklıydı çünkü 14 (Yazıyla: Ondört) gün fazla çalışmış olacaklardı.
Ama 'yüz' yok.


Şimdi ilk yoruma yorum yapalım (mı?)
"Hayatınızda kendi çocuğunuzdan başka kaç tane çocuk yetiştirdiniz de tatilin süresini yargılıyorsunuz?" cümlesindeki 'öğretmeni' bulun!
Bu yorumu yapan kişinin öğretmen olduğunu düşünürsek, öğrencilerini düşünmek istemiyoruz!


Gazetecilikte önemli olan bir şey vardır, 'kısa ve öz' yazmak... Bunu ne kadar iyi yapıyorsanız o kadar iyi gazetecisinizdir.
Şimdi buraya bir soru cümlesi yazıp konuyu evelemeden gevelemeden özetlemek istiyorum; "Bir hakimin de bir katili yargılamak için daha önce o suçu işlemiş bir katil olması gerekmektedir?"
...
Cevap?
Çünkü yok!



Sadece yapılan yorumlar üzerinden yorum yaptık. 
Gerçekten bizim gibi düşünen öğretmenler olduğunu biliyorum. Çünkü bizi yetiştirenler de 'öğretmen'di.
Saygılarımla...